21 Haziran 2007 Perşembe

Sorunlar nerede çözülür?
Gün geçmiyor ki her gün ordu güçlerinden ve gerilla güçlerinden yeni kayıp haberleri gelmesin. Her gün kurulan bubi tuzaklarına kurban giden,çoğu zorunlu olarak görev yapan askerler ve birkaç paralı subay ya da ordu güçlerinin top ve füzeleriyle dağı taşı bombalaması sonucu,çoğu zoraki olarak ya da ailesinden verdiği bir kayıba tepki olarak dağlara çıkmış gönüllü ya da gönülsüz gerillalar hayatını kaybedip duruyor. Ölen ölür elbet,mademki bir mücadeleye girilmiş kayıpların olmaması düşünülemez lakin bizim dillendirmek istediğimiz mevzu kayıplar değil her ne olursa olsun sırtına bir üniforma geçirmiş kişi bunun risklerine ve bedellerine katlanmak zorundadır…

Bizim sorumuz:acaba çözüm mekanı gerçekten dağlar mıdır? Elbette tarihte her siyasi hareket kazanımlar elde etmek için silahlı hareketleri bünyelerinde barındırmıştır velev ki bugüne kadar kurulan devletlerin bazılarının tarihine baktığımızda bu siyasi hareketlerin silahlı hareketlerle desteklenmesi sonucu kuruldukları görülür. Uzağa gitmeye gerek yok...Başta ABD, İsrail bu şekilde kurulmuş devletlerdir. Burada Kürd hareketinin bağımsız bir Kürd devleti kurmak gibi nihai bir amacı var ise burada söyleyecek sözümüz yok çünkü bu taktirde yaptığı mücadele yöntemi doğrudur ve bu mücadele taraflardan birinin pes etmesine kadar sürecektir. (Görünen o ki şu önümüzdeki 10 yıllık süreçte kimsenin bunu yapmaya niyeti yok. Olağanüstü durumlar her zaman söz konusu olup mevcut durumu değiştirebilir tabi. Mesela ABD’nin Kuzey Iraktaki üstlenmesini tam olarak yapmasıyla beraber bölgede Türkiye’ye ihtiyacı kalmaması gibi ki Erbil’de inşa edilen İncirlik hava üssüne alternatif dev üs bunun göstergesidir) Burada Türkiye’deki Kürd hareketlerinden milliyetçi yaklaşıma sahip olan PKK’nın savunduğu değerleri göz önünde bulundurduğumuzda daha önce bir çok defa Türkiye’den bağımsız bir Kürd devleti amaçlamadıklarını nihai amaçlarının federe bir yapıya kavuşmak olduğunu defalarca ifade ettiklerini görürüz (Ben onların ve okuduklarımın yalancısıyım, böyle iddia ediyorlar biz de değerlendirmemizde bunu göz önünde bulunduruyoruz asıl amaçları başkaysa o ayrı bir mevzu ve bizi bağlamaz zahire göre yorumlayalım) Bunu doğru kabul ettiğimiz taktirde sorulması gereken soru bu amaca ulaşmak için silahlı mücadele vermenin gerekli olup olmadığıdır yani eğer nihai amaç T.C içinde kalmak ancak özerk olmak ise bunu gerçekleştirmek için dağlarda ve şehirlerde illegal silahlı hareket (komik oldu ben de farkındayım) akıllı bir seçim midir? Bize göre hayır! Madem ki asıl amaç ülke bütünlüğü içinde yer alan özerk bir yapıya kavuşmak;ülke bütünlüğünü oluşturan halklar arasındaki bağları yok edeceknefret uyandıracak eylemlere ya da askeri operasyonlara imza atmak akıllıca bir yol değildir.

Şu unutulmamalıdır;öldürülen her asker ve gerilla patlatılan her bomba,yakılan her köy,taranan her karakol uçaklarla, toplarla bombalanan her kırsal alan bu aradaki bağı daha zayıflatmakta nefreti daha da perçinlemektedir. Gidiş iyi bir gidiş değildir. Halklar arasındaki nefret artık elle tutulur gözle görülür bir yoğunluğa ulaşmıştır bundan sonrası ağır bir çatışma ve linç ortamıdır. Eğer Türk Devleti ve Kürt hareketi gerçekte böyle bir durumu hedeflemiyor ise iyi niyetle bir araya gelmeli ve kısa süre içinde kontrolden çıkacak bu durumu normalleştirmelidir. Türk Devleti derhal ikili diyaloga girmeli (Bakınız İspanya ve İngiltere en sonunda bu inadı kırdılar ve barış yolunda önemli adımlar attılar) ve böylece yabancı istihbaratları devreden çıkartarak her iki kesimi memnun edecek,kansız bir orta yol bulmaya çalışmalıdır. Unutulmamalıdır orda akan kandan nemalanan kesimler vardır ve bu barışçıl diyalogu engellemek için ellerinden geleni yapacaklardır -ki yaptılar bugünkü ortam yabancı istihbaratlarla işbirliği yapan bu kesimlerin marifetidir- barış için kararlı adımlar atılmalı ve bu engeller tek tek aşılmalıdır aksi taktirde akan kan durmayacak ve her gün yeni analar diğerlerine katılarak kayıplarına ağlayacaklardır.

Sorunları dağlarda çözebiliriz ancak sorunları dağlarda çözmenin ağır bedelleri vardır. Gelin sorunları dağlarda değil meydanlarda, referandumlarda çözelim…

15 Haziran 2007 Cuma

Özgürlükler ülkesi…

Bir ülke düşünün: özgürsünüz,alabildiğinize özgürsünüz…

Mesela koca bir halka hakaret edebilme özgürlüğüne sahipsiniz, sırf siz o halkın bir ferdi değilsiniz ya da o halk sizin bir parçanız değil diye alabildiğine aşağılayabilir, hatta gazete manşetlerinden, internetten ya da televizyonlardan bunu en pervasız,en yakası açılmadık sözlerle dile getirebilirsiniz. Mesela kıyafetini kabul etmiyorsunuz diye bir genç kızı okuma hakkından mahrum etme,onu toplumdan soyutlama özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela konuştuğu dili kabul etmiyorsunuz diye halkın oyuyla seçilmiş bir belediye başkanını ve belediye meclisinin tamamını azledebilme özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela sokakta sırf Ahmet Kaya resimli tişört giyiyor diye birilerini linç etme özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela sizinle aynı zihniyette olmadığı için millet oylarının çoğunluğunu alarak seçilmiş bir meclise darbe yapma özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela halkın oyuyla gelmiş, mebus olmuş insanları halkın meclisinden(!) atma,sonra tutuklayıp hapishanelere tıkma özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela amaçlarınızı gerçekleştirmek için dilediğiniz yeri bombalayıp dilediğiniz kişiyi öldürme özgürlüğüne sahipsiniz.

Tabîi amaç kutsal,sahip olduğunuz özgürlükleri muhafaza etmek...

Ah inanılmaz güzel ve özgür bir ülkedeyiz tadını çıkartın bu özgürlüklerin; zira sahip olduğunuz bu özgürlükleri elinizden almak için istek duyan birçok özgürlük düşmanı var, koruyun kendinizi onlardan,sokaklara dökülün,bağırın çağırın, kitapçı bombalayın, linç edin, zindanlara tıkın, hakaret edin,elinizden geleni ardınıza koymayın;çünkü onlar da koymayacak…

12 Haziran 2007 Salı

“Quo Vadis Ülkem? ”
Ağzımız açık şaşkınlıktan, gözlerimizi ovalıyoruz acaba okuduklarımız, gördüklerimiz doğru mu? Yoksa sabah uykudan uyanmanın getirdiği sersemlikle yanlış mı okuyoruz? Emin olmak için tekrar tekrar okuyoruz. Hayır ya olmaz,kesin bir yanlışlık var bir de dinleyelim deyip açıyoruz haber kanallarını ama yok orada da aynı şeyler söyleniyor. Dumura uğruyoruz anlamıyoruz, anlayamıyoruz ya da anlamak istemiyoruz... Nasıl olabilir böyle bir şey, nasıl söylenebilir sorumsuzca bu sözler? Hayır ya bu sözleri söyleyen insanlar bu kadar eğitimli olduklarına göre ve hitab ettikleri halkı aslında gayet iyi tanıdıklarına göre bu sözlerin o halk içindeki bazı kesimlerde nasıl bir etki yaratacağını gayet iyi biliyor olmalılar. Hayır ya bu sözler o kadar bilinçli ve ne etki yaratacağı o kadar belirli ki bu sözlerin ardında iyi niyet aranamaz.
“Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir.” Ahh ülkem yine yeni, yeniden mi? Her şey bu kadar basit mi? Bir yerlerden gelen emirlerle bir yerlerde bombalar patlayacak eylemler başlayacak, aynı yerden gelen başka bir emirle diğer tarafa toplumsal linç ve düşmanlık emri verilecek… Biz de bütün bunları görecek ama sadece şaşkınlık içerisinde 'ne oluyor yahu' diye bakıp seyredeceğiz.
Olmaz ya olmamalı,her şey bu kadar kolay olmamalı, bin yıldır beraber yaşayan halk bu kadar kısa sürede birbirine düşürülememeli… Bir taraftan sürekli asker cenazelerinin geldiği, öte tarafta ise şehirlerin yasak bölge ilan edilip köy ve kasabaların helikopter, uçak ve toplarla bombalanıp durduğu... Yıllardır ülkede oynanan bu kirli oyun için bölgede kurban vermeyen tek bir ev bile kalmadığı, yakınlarından en az birkaçının suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan sistematik işkenceden geçirilmediği hiç kimse olmadığı, hiçbir şekilde ayrımcılığa maruz kalmadım diyen bir tek bölge insanının bulunmadığı bir süreçte zaten müsait olan nefret tohumlarını yeşertmek o kadar kolay ki...
Ama soruyorum, hayır hayır kimseye değil kendime soruyorum. Grey sorumluluk sahibi bir insan böyle konuşarak hedef gösteren sözler eder ve bu sözlerin etkisiyle yarın sokakta yürüyen bir genç sırf Kürt olduğu ya da Kürtçe konuştuğu için linç edilerek öldürülürse ya da bir Anadolu kasabasındaki bir Kürt ailesinin evi kundaklanır dükkanları yağmalanırsa acaba bu sözleri nedeniyle üzüntüye kapılır mı? Sonra kendi kendime cevap veriyorum sorumluluk sahibi bir “insan olan” bu sözleri söyler mi ki?
Ve tekrar soruyorum “Nereye Gidiyorsun Ülkem? ”
Hey sen yırtık tişörtlü, eski papuçlu genç adam
Ne geziyorsun kaldırımları?
Mozaik döşeli bu kaldırımlarda,
Bu kaldırımlar ki camekanlarında
Hepsi birbirinden değerli binlerce ürünü teşhir eden,
Garip isimli,
Bir o kadar da lüks
Dükkanlarla dolu.
Hey sen yırtık tişörtlü, eski papuçlu, genç adam
Dikkat et!
Sürme elini vitrin camına!
Kirleteceksin,
Nene lazım bakıp bakıp hayal kurmak,
Haydi git buradan! Korkutma müşterileri.
Hey sen yırtık tişörtlü, eski papuçlu, genç adam
Dikkat et!
Mozaik döşeli kaldırımlarda yürürken,
Çarpma güzel giysili insancıklara,
İğrendirme onları.
Kirli sakalınla kaplı yüzündeki
Hırçın, “Neden? ” diye isyan eden gözlerini
Onların gözlerine dikip dikip bakma boşuna,
Uğraşma!
Hiç etkilenmez onlar bu bakışlardan
Çünkü onlar ;
Suçluluk duygularını ve vicdanlarını
Üzerlerindeki pahalı takım elbiselere ve mantolara değişmişlerdir.
Hem onlara ne ki,
Senin evde ilaç bekleyen hasta annenden,
Onlara ne ki, “baba bana oyuncak al” diyen küçük kızından
Onlara ne ki,
Yıllardır giydiği entarisi, artık giyilmeyecek halde olan genç karından.
Ahh! siz yok musunuz siz!
Bu güzel şehrin kalitesini düşüren pis köylüler!
Hadi hayallerinizi de aldınız geldiniz buralara.
Ama neden çıkarsınız ki size ait çamurlu varoşlardan,
Niye karışırsınız o insanların arasına…
Hey sen yırtık tişörtlü, eski papuçlu, genç adam!
İyisi mi sen al o basit köylü hayallerini ve git buradan.
Tamam mı?
Köyüne dön.
Hangi köye mi?
Yakıldı mı?
Bize ne…

1 Haziran 2007 Cuma

İnanılmaz şeyler oluyor bu ülkede…

Bir ülke düşünün ki onun içinde yetişmiş, onun nimetleriyle belirli makamlara gelmiş insanlar o ülkeyi göz göre göre felakete sürükleyecek hamleleri gözlerini kırpmadan yapabiliyorlar. Bir ülke düşünün;halkın oyuyla iktidara gelmiş insanlar sırf reis-i cumhur bizden olsun inatçılığıyla (hakları var tabîi inkar edilemez çoğunluk olmaktan kaynaklanan) bütün dengeleri alt üst etmeyi göze alıyor, bir diğeri yıllardır hasretiyle yandığımız gerçek demokrasi ve özgürlük ortamına kavuşmak yolunda ufak adımlarla elde ettiğimiz kazanımları bir çırpıda yok etmek için dünden hazır,asker postalı sevdasında, bir diğeri memleketin kendilerine verdiği imkanlarla okumuş üniformalı veya takım elbiseli kesim hep bir ağızdan “olmaz kardeşim beni alakadar etmez ben elimdeki gücü halka devretmem bunun için gerekirse memleketi yakarım” demekte...

Bir adam ki parlak apoletleriyle çıkıyor ve halkın gözlerinin içine bakarak "biz savaş istiyoruz, her şey hazır,gidip gençlerimizi başka memleketlerde dağlara,ovalara sürüp aç kurtların ağzına atacağız, hükümet olacak sevmediğimiz yıkılmasını istediğimiz adamlar bize gerekli emri versinler!" diyor.

Niyet belli tabiî oradan gelecek her kırmızı bayrağa sarılı tabut yeniden seçimleri kazanması kesin olan ve onların sahip olduğu güçleri ellerinden almaya çalışan iktidar için oy kaybı demek. Her bir asker cenazesi on binlerce oyun AKP’ye gitmemesi demek, her bir Kürt cenazesi on binlerce Kürt oyunun AKP ’den kaçması demek…

Bu ne güzel bir hesap değil mi? Bir taşla iki kuş, üç kuş… yüz kuş… Neden? Çünkü;savaş demek güç demek, savaş demek para demek,aynı zamanda insanlar birer birer, onar onar öldükçe bu üniformalı ve takım elbiseli köşe başlarını tutmuş,memleket ekmeğiyle yetişmiş adamlar daha da büyük güç,daha da büyük kazançlar elde edecek.

Gençler ölecek, masumlar ölecek, halklar birbirine düşecek nefret tohumları öylesine köklenecek ki 1000 yıllık ortak tarihin esamesi bile kalmayacak. Ocaklar söndükçe, analar ağladıkça bunlar daha da güçlenecek,daha da palazlanacak. Çarklar hep onlara çalışacak dişlileri vatandaşı öğüttükçe, biz eriyip küçüldükçe onlar büyüyecek,yükselecek, apoletlerine yeni yeni yıldızlar katacak, takım elbiselerine en fiyakalı kravat iğnelerini,kol düğmelerini takacaklar.

Bundandır,bu:"Savaş isteriz" çığırtkanlığının nedeni, bundandır;gözlerini kan bürümelerinin nedeni, bunlardır;patlayan bombaların, taranan işçilerin, sivil ayrımı gözetmeyen vahşi ısmarlanmış eylemlerin nedeni.

Yapmak için yıkmak gerek… İşte bunların kendi hayallerinin ülkesini yapmak için varolan ülkeyi yıkmanın, ateşe atmanın, binleri, on binleri feda etmesinin ne önemi var ki?

Kurun beyler,kurun sinsi düzenlerinizi, yapın kapalı kapılar ardında hain planlarınızı ama bilin ki siz kapalı kapılar ardında planlar yaparken çok yukarılarda birileri de elbet bir şeyler planlıyordur.