19 Ağustos 2007 Pazar

Yine yeniden en başa döndük,
Artık yeni ve doğru adımların atılmaya başlandığını, millet olarak varlığımızı inkar politikasından vazgeçildiğini düşünüyorduk, millet olarak var olduğumuz gerçeğinin ve buna bağlı haklarımızın zaman içinde kademeli de olsa hayata geçirileceğine inanmaya başlamıştık. Yavaş yavaş her şey olması gerektiği gibi olacaktı 80 yıllık inkar politikası resmi tarihin kart kurt kürt zırvalıkları artık çöpe atılmıştı, en azından böyle düşünmekteydik.
Ama tüm bu olumlu gelişmelerin içinde bir adam çıkıyor hem de öyle böyle değil bir profesör hemde öyle alelade bir profesör değil başında bulunduğu kurum itibariyle sözleri önemli olan ve devletin resmi görüşü niteliğini taşıyan bir profesör… Bu profesör çıkıp diyor ki; 'Kürtler aslında Türkmendir' (!) (bunu daha öncede çooook duymuştuk garip karşılamıyoruz artık sadece gülümsüyoruz) ve bu incisiyle yetinmeden, hemen çok daha büyük bir inci yumurtluyor (yumurtlarken eminim bir tarafları acımıştır zira çooook büyük bir yumurta bu) 'Alevi Kürtler ise aslında Ermenidir' (!)
Aha buyurun buradan yakın hadi tamam 'Kürtler Türkmendir' dediniz, kabul ettik diyelim soyumuzu sopumuzu hazretin canı istedi diye inkar ettik ama kardeşim bu inkar politikasının yanına bir de Kürtleri ikiye ayırma politikası gibi şerefsizce bir şeyi nasıl kabul etmemizi beklersiniz?
Hey Hallacınoğlu! Hangi çevrelere uşaklık ettiğin, kimin ağzından konuştuğun bizce malum ama unutma! Ne sen Çin’sin ne de Kürtler Çin’in yıllarca parçala yönet mantığıyla avucunda oynattığı Türk ataların değil. Bizler sizin bu ahmakça oyunlarınızla birbirimize düşmeyiz (hoş bu da bir özeleştiri olsun Kürtler birbirine düşmek için oyuna getirilmeye ihtiyaç duymaz bizler rahatlık zamanlarımızda birbirimize kendiliğimizden düşmekle ünlüyüzdür) Türk Tarih Kurumu devletin resmi bir kurumudur bu kurumun başı olan adamın söyledikleri eğer devletin daha üst noktasındaki biri çıkıp bunu yalanlamaz ise devletin resmi tezidir. Eğer devletin resmi tezi hala buysa o zaman bizim dağlarda da şehirlerde de yapacak çok işimiz, verecek çok kavgamız, dökecek çok kanımız var demektir.
Bizi inkar etmek sadece bizim var olduğumuzu gösterme mücadele azmimizi pekiştirir. Biz yıllardır bu uğurda kayıplar vermeye çile çekmeye alıştık bu mücadeleyi 80 yıldır sürdürüyoruz bir 80 yıl daha sürdürürüz.
Peki siz gerçekleri inkar etmek için bir 80 yıl daha buna katlanabilir misiniz?

1 Temmuz 2007 Pazar

izin verme ruhunu zincirlere vurmalarına.
ağlamanı görmelerine izin verme...
bırak en yakın dostun dilsiz duvarlar olsun
sen yine palyaço maskeni takıp çık sahneye...
şu herkesin oynadığı rolü oyna...
sonra sen de hüznü yaşa.....
Bu ülkenin içine sürülmek istendiği kaos ortamından çıkması için geçmişte çekilen acıların üzerine bir perde çekmenin ve her iki taraf içinde kanla beslenen ve akan her gözyaşından kazanç elde eden kesimlere prim verilmemesi gerektiğine inanıyorum. Kürtler bir halktır ,Türkler de bir halktır her iki halkın ortak değerler ve çıkarlar etrafında barış içerisinde yaşaması bir hayal değildir. Tek gereken biraz daha özgürlük ve güvendir. Eğer istersek elele, yürek yüreğe aşamayacağımız hiçbir zorluk yoktur.
HAYATIMIZI HER GÜN YENİLERİNİ İCAD ETTİĞİMİZ KORKULARLA KARARTMANIZA İZİN VERMEMEK İÇİN, GELECEĞİMİZİ KENDİ SİYASAL İRADEMİZLE, SAĞDUYULU VE SOĞUKKANLI BİR SABIRLA KURABİLMEK İÇİN, TAM DA ŞİMDİ BİRBİRİMİZİN YÜZÜNE BAKIP YENİDEN BAŞLAMAK İÇİN, BARIŞA, SADECE BİRAZ BARIŞA İHTİYACIMIZ OLDUĞUNU HAYKIRIYORUZ� �
Son günlerde diye başlayan yazılar yazmaktan ve bu yazıların ilk cümlelerinin hep kana bulanan geçmişimiz ve daha çok kan, ölüm, gözyaşı ve utançla örülmeye kalkışılan geleceğimize dair korkularımızdan söz etmesinden çektiğimiz acı artık dayanılmaz hale geldi. Bizler, susturulmaktan, söylediklerimiz ve yazdıklarımız için dışlanmaya çalışılmaktan, hainler ve düşmanlar olarak gösterilmekten, yalnızlıktan.. korkmuyoruz.Buna da, buna direnmeyi de biliriz. Biz artık, barışa olan inancımızı ve umudumuzu yitirmekten, kendi sesimize inanmaz hale gelmekten ve bu ölüm oyununun seyircileri olmaktan, bu suç ortaklığı ve utançla yaşamaya zorlanmaktan korkuyoruz. Eli silah tutan sözümüze kulak vermiyor.Onyıllardır, onbinlercemiz, ölerek ve öldürerek birbirimizin yüzüne bakamaz hale geldik.Belki de bu nedenle, sadece birbirimizin yüzüne bakabilsek, bir tek sözcüğe bile gerek kalmadan her şeyin çözülmeye başlayabileceği, hepimizin � ne mutlu ki bu ülkede yaşıyoruz� diyebileceğimiz, başlamak için bir yer bulabileceğimiz mümkün olduğu için, bizi birbirimizden bu kadar uzak tutabilmek için, gereken her şey yapılıyor. Bu oyun ölmemiz ve öldürmemiz üzerinden oynanıyor. Ölümler, ölülerimiz, analarımız, babalarımız, sevgililerimiz, eşlerimiz acı çekerken ne kadar da birbirlerine benziyorlar.Yüreği yananların Kürt ya da Türk olmaları fark etmez.Anaların sessiz çığlığına kulak verelim. Analarımız, bıraksalar birbirlerinin oğullarını kızlarını ölmekten ve öldürmekten kurtarabilirlerdi. Kocaman, takım elbiseli adamların, üniformalı herkesin yapamadığını yapabilirler, oğullarının kızlarının dağlara, marşlar söyleyerek birbirlerini öldürmek için değil, sevda türküleri söylemek için çıkmasını sağlayabilirlerdi. Bu ülkenin geleceğini öfkeye, nefrete, korkulara terketmek istemiyoruz. Ölerek ve öldürerek kuracağımız bir geleceğin getirilerini istemiyoruz. Birbirimizin yüzüne bakıp korkmadan sorularımızı sormak istiyoruz. Hangi küresel, bölgesel yada sınıfsal çıkarlarınız için siyasi irademize el koymaya kalktığınızı, bizi çirkin bir ölüm oyununun figuranları haline getirmeye çalıştığınızı bilmek istiyoruz. Şiddetsiz bir yaşam için daha kaç can vermemiz gerektiğini bilmek istiyoruz. Barış için bir yol bulmaya mecbur olduğumuzu haykırmak istiyoruz. Toplumsal huzurun, kardeşliğin ve barışın yolunun; ne yeni güvenlik bölgelerinin inşasından, ne olağanüstü hali anımsatan uygulamalardan, ne mayınların hayatları, umutları delik deşik etmesinden, ne de kitlelerin milliyetçi reflekslerinin öne çıkarılmasından geçmediğini biliyoruz. Barışın mümkün olduğunu,bunu becerebilmek için yeterli aklımız,kalbimiz ve inancımızın olduğunu düşünüyoruz. Hayatımızı her gün yenilerini icad ettiğiniz korkularla karartmanıza izin vermemek için geleceğimizi kendi siyasal irademizle, sağduyulu ve soğukkanlı bir sabırla kurabilmek için tamda şimdi bir birimizin yüzüne bakıp yeniden başlamak için barışa, sadece biraz barışa ihtiyacımız olduğunu söylemek istiyoruz. Bunun için, başlattığımız imza kampanyasına katılarak her şeye karşın umudumuzu çoğaltacağımıza inanıyoruz. TÜRKİYE BARIŞINI ARIYOR KONFERANSI ÇAĞRICILARI
http://www.barisinisiyatifi.org/imza.php

21 Haziran 2007 Perşembe

Sorunlar nerede çözülür?
Gün geçmiyor ki her gün ordu güçlerinden ve gerilla güçlerinden yeni kayıp haberleri gelmesin. Her gün kurulan bubi tuzaklarına kurban giden,çoğu zorunlu olarak görev yapan askerler ve birkaç paralı subay ya da ordu güçlerinin top ve füzeleriyle dağı taşı bombalaması sonucu,çoğu zoraki olarak ya da ailesinden verdiği bir kayıba tepki olarak dağlara çıkmış gönüllü ya da gönülsüz gerillalar hayatını kaybedip duruyor. Ölen ölür elbet,mademki bir mücadeleye girilmiş kayıpların olmaması düşünülemez lakin bizim dillendirmek istediğimiz mevzu kayıplar değil her ne olursa olsun sırtına bir üniforma geçirmiş kişi bunun risklerine ve bedellerine katlanmak zorundadır…

Bizim sorumuz:acaba çözüm mekanı gerçekten dağlar mıdır? Elbette tarihte her siyasi hareket kazanımlar elde etmek için silahlı hareketleri bünyelerinde barındırmıştır velev ki bugüne kadar kurulan devletlerin bazılarının tarihine baktığımızda bu siyasi hareketlerin silahlı hareketlerle desteklenmesi sonucu kuruldukları görülür. Uzağa gitmeye gerek yok...Başta ABD, İsrail bu şekilde kurulmuş devletlerdir. Burada Kürd hareketinin bağımsız bir Kürd devleti kurmak gibi nihai bir amacı var ise burada söyleyecek sözümüz yok çünkü bu taktirde yaptığı mücadele yöntemi doğrudur ve bu mücadele taraflardan birinin pes etmesine kadar sürecektir. (Görünen o ki şu önümüzdeki 10 yıllık süreçte kimsenin bunu yapmaya niyeti yok. Olağanüstü durumlar her zaman söz konusu olup mevcut durumu değiştirebilir tabi. Mesela ABD’nin Kuzey Iraktaki üstlenmesini tam olarak yapmasıyla beraber bölgede Türkiye’ye ihtiyacı kalmaması gibi ki Erbil’de inşa edilen İncirlik hava üssüne alternatif dev üs bunun göstergesidir) Burada Türkiye’deki Kürd hareketlerinden milliyetçi yaklaşıma sahip olan PKK’nın savunduğu değerleri göz önünde bulundurduğumuzda daha önce bir çok defa Türkiye’den bağımsız bir Kürd devleti amaçlamadıklarını nihai amaçlarının federe bir yapıya kavuşmak olduğunu defalarca ifade ettiklerini görürüz (Ben onların ve okuduklarımın yalancısıyım, böyle iddia ediyorlar biz de değerlendirmemizde bunu göz önünde bulunduruyoruz asıl amaçları başkaysa o ayrı bir mevzu ve bizi bağlamaz zahire göre yorumlayalım) Bunu doğru kabul ettiğimiz taktirde sorulması gereken soru bu amaca ulaşmak için silahlı mücadele vermenin gerekli olup olmadığıdır yani eğer nihai amaç T.C içinde kalmak ancak özerk olmak ise bunu gerçekleştirmek için dağlarda ve şehirlerde illegal silahlı hareket (komik oldu ben de farkındayım) akıllı bir seçim midir? Bize göre hayır! Madem ki asıl amaç ülke bütünlüğü içinde yer alan özerk bir yapıya kavuşmak;ülke bütünlüğünü oluşturan halklar arasındaki bağları yok edeceknefret uyandıracak eylemlere ya da askeri operasyonlara imza atmak akıllıca bir yol değildir.

Şu unutulmamalıdır;öldürülen her asker ve gerilla patlatılan her bomba,yakılan her köy,taranan her karakol uçaklarla, toplarla bombalanan her kırsal alan bu aradaki bağı daha zayıflatmakta nefreti daha da perçinlemektedir. Gidiş iyi bir gidiş değildir. Halklar arasındaki nefret artık elle tutulur gözle görülür bir yoğunluğa ulaşmıştır bundan sonrası ağır bir çatışma ve linç ortamıdır. Eğer Türk Devleti ve Kürt hareketi gerçekte böyle bir durumu hedeflemiyor ise iyi niyetle bir araya gelmeli ve kısa süre içinde kontrolden çıkacak bu durumu normalleştirmelidir. Türk Devleti derhal ikili diyaloga girmeli (Bakınız İspanya ve İngiltere en sonunda bu inadı kırdılar ve barış yolunda önemli adımlar attılar) ve böylece yabancı istihbaratları devreden çıkartarak her iki kesimi memnun edecek,kansız bir orta yol bulmaya çalışmalıdır. Unutulmamalıdır orda akan kandan nemalanan kesimler vardır ve bu barışçıl diyalogu engellemek için ellerinden geleni yapacaklardır -ki yaptılar bugünkü ortam yabancı istihbaratlarla işbirliği yapan bu kesimlerin marifetidir- barış için kararlı adımlar atılmalı ve bu engeller tek tek aşılmalıdır aksi taktirde akan kan durmayacak ve her gün yeni analar diğerlerine katılarak kayıplarına ağlayacaklardır.

Sorunları dağlarda çözebiliriz ancak sorunları dağlarda çözmenin ağır bedelleri vardır. Gelin sorunları dağlarda değil meydanlarda, referandumlarda çözelim…

15 Haziran 2007 Cuma

Özgürlükler ülkesi…

Bir ülke düşünün: özgürsünüz,alabildiğinize özgürsünüz…

Mesela koca bir halka hakaret edebilme özgürlüğüne sahipsiniz, sırf siz o halkın bir ferdi değilsiniz ya da o halk sizin bir parçanız değil diye alabildiğine aşağılayabilir, hatta gazete manşetlerinden, internetten ya da televizyonlardan bunu en pervasız,en yakası açılmadık sözlerle dile getirebilirsiniz. Mesela kıyafetini kabul etmiyorsunuz diye bir genç kızı okuma hakkından mahrum etme,onu toplumdan soyutlama özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela konuştuğu dili kabul etmiyorsunuz diye halkın oyuyla seçilmiş bir belediye başkanını ve belediye meclisinin tamamını azledebilme özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela sokakta sırf Ahmet Kaya resimli tişört giyiyor diye birilerini linç etme özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela sizinle aynı zihniyette olmadığı için millet oylarının çoğunluğunu alarak seçilmiş bir meclise darbe yapma özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela halkın oyuyla gelmiş, mebus olmuş insanları halkın meclisinden(!) atma,sonra tutuklayıp hapishanelere tıkma özgürlüğüne sahipsiniz. Mesela amaçlarınızı gerçekleştirmek için dilediğiniz yeri bombalayıp dilediğiniz kişiyi öldürme özgürlüğüne sahipsiniz.

Tabîi amaç kutsal,sahip olduğunuz özgürlükleri muhafaza etmek...

Ah inanılmaz güzel ve özgür bir ülkedeyiz tadını çıkartın bu özgürlüklerin; zira sahip olduğunuz bu özgürlükleri elinizden almak için istek duyan birçok özgürlük düşmanı var, koruyun kendinizi onlardan,sokaklara dökülün,bağırın çağırın, kitapçı bombalayın, linç edin, zindanlara tıkın, hakaret edin,elinizden geleni ardınıza koymayın;çünkü onlar da koymayacak…

12 Haziran 2007 Salı

“Quo Vadis Ülkem? ”
Ağzımız açık şaşkınlıktan, gözlerimizi ovalıyoruz acaba okuduklarımız, gördüklerimiz doğru mu? Yoksa sabah uykudan uyanmanın getirdiği sersemlikle yanlış mı okuyoruz? Emin olmak için tekrar tekrar okuyoruz. Hayır ya olmaz,kesin bir yanlışlık var bir de dinleyelim deyip açıyoruz haber kanallarını ama yok orada da aynı şeyler söyleniyor. Dumura uğruyoruz anlamıyoruz, anlayamıyoruz ya da anlamak istemiyoruz... Nasıl olabilir böyle bir şey, nasıl söylenebilir sorumsuzca bu sözler? Hayır ya bu sözleri söyleyen insanlar bu kadar eğitimli olduklarına göre ve hitab ettikleri halkı aslında gayet iyi tanıdıklarına göre bu sözlerin o halk içindeki bazı kesimlerde nasıl bir etki yaratacağını gayet iyi biliyor olmalılar. Hayır ya bu sözler o kadar bilinçli ve ne etki yaratacağı o kadar belirli ki bu sözlerin ardında iyi niyet aranamaz.
“Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir.” Ahh ülkem yine yeni, yeniden mi? Her şey bu kadar basit mi? Bir yerlerden gelen emirlerle bir yerlerde bombalar patlayacak eylemler başlayacak, aynı yerden gelen başka bir emirle diğer tarafa toplumsal linç ve düşmanlık emri verilecek… Biz de bütün bunları görecek ama sadece şaşkınlık içerisinde 'ne oluyor yahu' diye bakıp seyredeceğiz.
Olmaz ya olmamalı,her şey bu kadar kolay olmamalı, bin yıldır beraber yaşayan halk bu kadar kısa sürede birbirine düşürülememeli… Bir taraftan sürekli asker cenazelerinin geldiği, öte tarafta ise şehirlerin yasak bölge ilan edilip köy ve kasabaların helikopter, uçak ve toplarla bombalanıp durduğu... Yıllardır ülkede oynanan bu kirli oyun için bölgede kurban vermeyen tek bir ev bile kalmadığı, yakınlarından en az birkaçının suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan sistematik işkenceden geçirilmediği hiç kimse olmadığı, hiçbir şekilde ayrımcılığa maruz kalmadım diyen bir tek bölge insanının bulunmadığı bir süreçte zaten müsait olan nefret tohumlarını yeşertmek o kadar kolay ki...
Ama soruyorum, hayır hayır kimseye değil kendime soruyorum. Grey sorumluluk sahibi bir insan böyle konuşarak hedef gösteren sözler eder ve bu sözlerin etkisiyle yarın sokakta yürüyen bir genç sırf Kürt olduğu ya da Kürtçe konuştuğu için linç edilerek öldürülürse ya da bir Anadolu kasabasındaki bir Kürt ailesinin evi kundaklanır dükkanları yağmalanırsa acaba bu sözleri nedeniyle üzüntüye kapılır mı? Sonra kendi kendime cevap veriyorum sorumluluk sahibi bir “insan olan” bu sözleri söyler mi ki?
Ve tekrar soruyorum “Nereye Gidiyorsun Ülkem? ”
Hey sen yırtık tişörtlü, eski papuçlu genç adam
Ne geziyorsun kaldırımları?
Mozaik döşeli bu kaldırımlarda,
Bu kaldırımlar ki camekanlarında
Hepsi birbirinden değerli binlerce ürünü teşhir eden,
Garip isimli,
Bir o kadar da lüks
Dükkanlarla dolu.
Hey sen yırtık tişörtlü, eski papuçlu, genç adam
Dikkat et!
Sürme elini vitrin camına!
Kirleteceksin,
Nene lazım bakıp bakıp hayal kurmak,
Haydi git buradan! Korkutma müşterileri.
Hey sen yırtık tişörtlü, eski papuçlu, genç adam
Dikkat et!
Mozaik döşeli kaldırımlarda yürürken,
Çarpma güzel giysili insancıklara,
İğrendirme onları.
Kirli sakalınla kaplı yüzündeki
Hırçın, “Neden? ” diye isyan eden gözlerini
Onların gözlerine dikip dikip bakma boşuna,
Uğraşma!
Hiç etkilenmez onlar bu bakışlardan
Çünkü onlar ;
Suçluluk duygularını ve vicdanlarını
Üzerlerindeki pahalı takım elbiselere ve mantolara değişmişlerdir.
Hem onlara ne ki,
Senin evde ilaç bekleyen hasta annenden,
Onlara ne ki, “baba bana oyuncak al” diyen küçük kızından
Onlara ne ki,
Yıllardır giydiği entarisi, artık giyilmeyecek halde olan genç karından.
Ahh! siz yok musunuz siz!
Bu güzel şehrin kalitesini düşüren pis köylüler!
Hadi hayallerinizi de aldınız geldiniz buralara.
Ama neden çıkarsınız ki size ait çamurlu varoşlardan,
Niye karışırsınız o insanların arasına…
Hey sen yırtık tişörtlü, eski papuçlu, genç adam!
İyisi mi sen al o basit köylü hayallerini ve git buradan.
Tamam mı?
Köyüne dön.
Hangi köye mi?
Yakıldı mı?
Bize ne…

1 Haziran 2007 Cuma

İnanılmaz şeyler oluyor bu ülkede…

Bir ülke düşünün ki onun içinde yetişmiş, onun nimetleriyle belirli makamlara gelmiş insanlar o ülkeyi göz göre göre felakete sürükleyecek hamleleri gözlerini kırpmadan yapabiliyorlar. Bir ülke düşünün;halkın oyuyla iktidara gelmiş insanlar sırf reis-i cumhur bizden olsun inatçılığıyla (hakları var tabîi inkar edilemez çoğunluk olmaktan kaynaklanan) bütün dengeleri alt üst etmeyi göze alıyor, bir diğeri yıllardır hasretiyle yandığımız gerçek demokrasi ve özgürlük ortamına kavuşmak yolunda ufak adımlarla elde ettiğimiz kazanımları bir çırpıda yok etmek için dünden hazır,asker postalı sevdasında, bir diğeri memleketin kendilerine verdiği imkanlarla okumuş üniformalı veya takım elbiseli kesim hep bir ağızdan “olmaz kardeşim beni alakadar etmez ben elimdeki gücü halka devretmem bunun için gerekirse memleketi yakarım” demekte...

Bir adam ki parlak apoletleriyle çıkıyor ve halkın gözlerinin içine bakarak "biz savaş istiyoruz, her şey hazır,gidip gençlerimizi başka memleketlerde dağlara,ovalara sürüp aç kurtların ağzına atacağız, hükümet olacak sevmediğimiz yıkılmasını istediğimiz adamlar bize gerekli emri versinler!" diyor.

Niyet belli tabiî oradan gelecek her kırmızı bayrağa sarılı tabut yeniden seçimleri kazanması kesin olan ve onların sahip olduğu güçleri ellerinden almaya çalışan iktidar için oy kaybı demek. Her bir asker cenazesi on binlerce oyun AKP’ye gitmemesi demek, her bir Kürt cenazesi on binlerce Kürt oyunun AKP ’den kaçması demek…

Bu ne güzel bir hesap değil mi? Bir taşla iki kuş, üç kuş… yüz kuş… Neden? Çünkü;savaş demek güç demek, savaş demek para demek,aynı zamanda insanlar birer birer, onar onar öldükçe bu üniformalı ve takım elbiseli köşe başlarını tutmuş,memleket ekmeğiyle yetişmiş adamlar daha da büyük güç,daha da büyük kazançlar elde edecek.

Gençler ölecek, masumlar ölecek, halklar birbirine düşecek nefret tohumları öylesine köklenecek ki 1000 yıllık ortak tarihin esamesi bile kalmayacak. Ocaklar söndükçe, analar ağladıkça bunlar daha da güçlenecek,daha da palazlanacak. Çarklar hep onlara çalışacak dişlileri vatandaşı öğüttükçe, biz eriyip küçüldükçe onlar büyüyecek,yükselecek, apoletlerine yeni yeni yıldızlar katacak, takım elbiselerine en fiyakalı kravat iğnelerini,kol düğmelerini takacaklar.

Bundandır,bu:"Savaş isteriz" çığırtkanlığının nedeni, bundandır;gözlerini kan bürümelerinin nedeni, bunlardır;patlayan bombaların, taranan işçilerin, sivil ayrımı gözetmeyen vahşi ısmarlanmış eylemlerin nedeni.

Yapmak için yıkmak gerek… İşte bunların kendi hayallerinin ülkesini yapmak için varolan ülkeyi yıkmanın, ateşe atmanın, binleri, on binleri feda etmesinin ne önemi var ki?

Kurun beyler,kurun sinsi düzenlerinizi, yapın kapalı kapılar ardında hain planlarınızı ama bilin ki siz kapalı kapılar ardında planlar yaparken çok yukarılarda birileri de elbet bir şeyler planlıyordur.

31 Mayıs 2007 Perşembe

Ne kadar gariptir ki ülkemiz her zaman her sistemin her düşüncenin dünyadaki uygulamalarından farklı bir şekilde kendine göre uygulandığı bir yer olmuştur.

Sol düşünce de bu farklılıkların en bariz şekilde tezahür ettiği bir uygulamaya konu olmuştur ülkemizde her zaman…

Düşünsenize benim de temelde radikal farklılıklarıma rağmen genelde büyük sempati ile baktığım sol düşünce dünyada her zaman değişimi, statükoyu yıkmayı, gelişmeyi, sosyal adaleti, insan haklarına önem vermeyi, bireyin haklarının devletin karşısında ezdirilmemesi, sınıf farklarının azaltılması, fakir halka kaynak aktarılması gibi şahsımın da desteklediği söylemleri savunurken bizim ülkemizde durum tam tersidir ;Türkiye’deki hilkat garibesi solculuk düşüncesini (gerçi bin bir parçaya ayrılmış hizipler içinde adam gibi söylemlere sahip olanlar olsa da istisna durumundalar) parti programlarında benimsediklerini söyleyen dünyadaki sosyalist enternasyonalin bir parçası olan bazı adı belli partiler parti programlarında sık sık geçen sol kelimesine karşın devletçi, statükocu, kendilerini toplumun elit sınıfı olarak gören ve değişimlerden korkan kesimlerin sözcüsü haline gelmiş adeta darbeci kesimin sığınağı olmuştur.

Şu bir gerçek ki çevremizdeki gerçek sol görüşe sahip dostlarımız bile buna büyük bir tepki duymaktadır (Tabi İP gibi ne idüğü belirsiz ipsizler hariç,onlar zaten her halta karşı çıkmayı kendilerine adet edindiklerinden kendilerinden başka kimse onları kâle almıyor zaten)

Peki nasıl oluyor sol gibi güçlü referansları ve kaynakları olan bir düşünce bu kadar zavallı bir şekilde uygulanabiliyor, nasıl oluyor da sosyal demokrasiye inandıklarını söyleyen insanlar bu antidemokratik uygulamalara ve halkı by -pass eden,halkın fikirlerini dikkate almayan ağızlardan çıkan sözleri böylesine aymazca onaylayabiliyor, destekleyebiliyor? O halde burada temeldeki yanlışlık kendisi bazı statüko savunucularının sesi haline gelmiş bir sol partiden ziyade bizim ülkemizdeki sosyal demokrat ya da sol düşünce olmalıdır. Anlaşılan o ki bu ülkeye eğer komünizm gelecekse onu da biz getiririz diyen zihniyet bundan onlarca yıl önce sözünü yerine getirmiş ve kendisine göre bir sol zihniyeti oluşturmuş. Yoksa sol gibi enternasyonal bir düşünce, sınırları ortadan kaldırmayı,halkları birleştirmeyi kendisine argüman edinmiş bir felsefe başka türlü nasıl milliyetçi, faşizan söylemler geliştirebilirdi ki ? Halkların kardeşliği sloganıyla gönüllüleri ipe giden bir düşünce nasıl olur da egemen zihniyetin bir kuklası olabilirdi?

Sanırım bunun tek bir mantıklı açıklaması var o da “Burası Türkiye kardeşim...”

26 Mayıs 2007 Cumartesi

Ayşe kız tatile çıksın mı?

Uzun bir süredir gündemimizi sürekli meşgul etmekte Ayşe'nin tatil sorunu... Bir kısım cayır cayır kendini yırtmakta "yeter artık Ayşe tatile çıksın !" diye,bir başka kısım ise "hayır Ayşe kırsın bacağını,otursun oturduğu yerde, onun da büyük abisi var,izin vermez öyle tatile matile" diye itiraz etmekte...

Peki ne olacak, nasıl çözülecek Ayşe'nin tatil sorunu? Bunun için Ayşe'nin tatile gitmek istediği o sıcak ve bol güneşli tatil beldesini değerlendirmek lazım belki de... Şu unutulmasın Güney Kürdistan bölgesi Kıbrıs değil,Kürtler de Rum değildir.Öyle iki top mermisine tabanları yağlayıp kendilerini buldukları en yakın sahilden serin sulara atmayacaklardır... Kürt halkı üçbin yıllık tarihi boyunca hemen hemen hiç savaşsız bir dönem geçirmemiştir,dolayısıyla üniformadan pek çekinmezler. Yani karşılarında üniformaları içindeki fiyakalı askerleri görünce Saddam'ın askerleri gibi mevzilerinden çıkıp postal öpmeyeceklerdir. Ha şu demek değildir-Kürtler yenilmez ve ölümsüzdürler- elbetteki hayır yenilirler hem de ölürler netekim bugüne kadar milyonlarca ölmüşlerdir ama yine de varlıklarını devam ettirmişlerdir,yine edecekler... Neyse asıl mevzuya dönelim ;Ayşe kızımızın tatile çıkmasına... Ayşe kızımız tatile çıkmadan önce şunu unutmasın ki zaten uzun yıllardır kendisi bölgeye gidip gelmekte,uç karakollar oluşturmakta, yeri geldiğinde operasyonlar düzenlemekte ,kısaca mini günü birlik seyahatler yapmakta ve bu seyahatlerde genelde uygun bir misafirperverlik ile karşılanmaktaydı ancak zaman değişti ve artık açıkça belli oldu ki aynı misafirperverlikle karşılanmayacak. O halde Ayşe kızımızın tatile çıkmadan önce düşünmesi gereken bazı şeyler var; çıkacağı tatilde Ayşe kızın başına bir şey gelmesi durumunda bunu ailesine nasıl anlatacak, Ayşe kız daha kendi ülkesinde, kendi sınırları içerisinde küçük gruplar halindeki gerilla gruplarıyla başedemezken başka bir ülkede bu kadar rahat lojistik sağlayamazken hele lojistik problemi olmayan yüz binlerle ifade edilecek ve silahları hayatlarının bir parçası olmuş bir ülke halkıyla nasıl baş edecek, hele ki derdini anlatma becerisine sahip olmayan 3-5 ukala yöneticisinin salak saçma sözleri yüzünden karşı tarafta derin kuşkular oluşturmuşken (yani durduk yere çıkar şurası bizimdir, burası bizimdir girelim orayı alalım şurayı bölelim derseniz adamlar tabi ki hooop kardeşim ne oluyoruz der ve size eskisi gibi misafirperverlik göstermeyeceklerini açıkça söylerler) Bu durumda Ayşe kızımız tatile çıktığı gibi dönmeyebileceğini hesaba katmalı ve kayıplarının birkaç kişiyle sınırlı olmayacağını düşünmelidir.

Bu halk ilk bir kaç kayba şehit der bağrına basar ama sonrası için isyan etmeye başlar. Hep böyle olmuştur ondan sonrası için bu isyanın karşısında durabilecek hiçbir siyasi güç yoktur ancak başarısız kalmış bir harekatı kaldırabilecek bir millet de yoktur, dolayısıyla milletin sandıktaki tepkisini göğüsleyebilecek bir hükümet de. Hiçbir aklı başında hükümet kısa süreli popülist bir politika gütmeyecekse buna yol açmak istemez ancak maalesef zaman kısa süreli popülist politika gütme zamanı yani böyle tutarsız bir maceraya girmek için oldukça uygun bir zemin var.

Anlaşılan gencecik,ellerine silah tutuşturulmuş gençlerimiz ölmeye, bu millet kayıplarına ağlamaya ve bazı kesimler bunların üzerinden siyaset ve prim yapmaya devam edecek. Keşke aklı başında birileri Ayşe’yi tatile çıkarmadan şu sorunları çözmek için bir şeyler yapmaya çalışsa...
Kınıyorum...

Bu topraklarda teröre hem de terörün en kötüsü olan devlet terörüne en çok maruz kalarak mağdur olan,haklı ve mazlum bir halkın ferdi olarak ne adına ne amaçla ve kimler tarafından yapıldığını sorgulamadan hedef gözetmeksizin görece masum halk hedef alınarak yapılan ve yapıldığı zaman itibari ile oldukça düşündürücü olan,sonucunda bir çok sivilin öldüğü ve yaralandığı kanlı eylemi kınıyorum...

Diyarbakır'da masum çocukların hedef alınarak havaya uçurulduğu saldırıyı kınadığım gibi kınıyorum...

Susa'da cami cemaatinin katledildiğini kınadığım gibi kınıyorum...

Başbağlar'da masum köylülerin otomatik tüfeklerle,hunharca katledilişini kınadığım gibi kınıyorum...

Şemdinli'de kitap evinin bombalanmasını kınadığım gibi kınıyorum...

Sokak ortasında,babasıyla beraber kurşuna dizilen küçük çocuğun katillerinin adalet (!) tarafından ödüllendirilmesini kınadığım gibi kınıyorum...

Binlerce kişiyi sistematik olarak işkenceden geçiren,yüzlercesinin yargısız infazı sonucu dökülen kanı hala ellerinden çıkmamış,insanlıktan nasibini almamış insanların yüzsüzce meydanlara çıkıp demokrasiden,adaletten,kardeşlik ve barıştan dem vurarak oy toplamasını kınadığım gibi kınıyorum...

Savaştan nemalanan ,savaşın devam etmesi için ellerinden gelen her şeyi yapan parlak apoletlileri ve onların karşıtı olan birçoğu Avrupa'da lüks yaşamlar süren parti liderlerini kınadığım gibi kınıyorum...

Suçları halkları için özgürlük istemek olan insanları yıllarca mahkemesiz zindanlarda tutan, düzmece tutanak ve kanıtlarla zindanlarda çürüten rejimi kınadığım gibi kınıyorum...

Gencecik,acemi insanların eline silah verip sırtına üniforma giydirerek 'vatan,millet,sakarya' nutukları atarak ölüme gönderip daha sonra onların ölümlerini kendi sultalarının sürmesi için kullanan bizce malum çıkar çevrelerini kınadığım gibi kınıyorum...

Ve kendimi bütün bunlara sadece seyirci kalıp kınamakla yetindiğim için kınıyorum...
Yeter yahu...

Bu nasıl bir saçmalıktır ki bu ülkede 75 milyon insanın dilek, istek ve taleplerini sokağa çıkan 2-3 milyon yönlendirebiliyor? Bu nasıl bir demokrasidir ki 2-3 milyon insanın şımarık istekleri için 70 milyon insanın yıllardır katlandığı bütün sıkıntı ve eziyetler heba edilebiliyor? Köşe başlarını tutan hadım ağalarının keyfi için 70 milyon insanın da iğdiş edilmesi isteniyor? Bu nasıl bir komedidir ki AKP gibi bir parti zoraki olarak darbenin karşısında,demokrasinin bekçisi konumuna getiriliyor? Bu nasıl bir sistemdir ki hayatı boyunca hep muhalif kalmış, sistemin ve rejimin dışında kendini görmüş insanları bile AKP gibi bir partiye ciddi ciddi oy vermesi gerekip gerekmediğini düşündürtüyor?

Ey sokağa dökülüp darbe çığırtkanlığı yapan demokrasiyi, özgürlükleri, edinilmiş kazanım ve açılımların rafa kaldırılmasını tepemizde tekrar asker postalları görmemiz gerektiğini, dünyadan tecrit edilmemiz gerektiğini, kapalı kutu sistemini haykıran 2-3 milyon; ne yaptığınızı ne istediğinizi biliyor musunuz? Bizleri tepkisel davranmaya zorluyorsunuz, bizleri sizin karşınızda olanların kucağına itiyorsunuz, bizleri kötülerin içinde daha az kötü olanı seçmeye zorluyorsunuz. Bu ülkede sizin haricinizdeki ezici milyonlar asker postalı ve artık asker postalıyla özdeş CHP zihniyetini görmek yerine kendisini AKP nin kucağına atacak. Haydi hayırlı olsun artık 22 Temmuz'dan sonra bu ülkenin üzerine nasıl benzin döküp çakmağı keyifle ateşlediğinizi anımsar,övünür durursunuz...